BIST 100
10.857,17 -0,28%
DOLAR
42,4740 0,06%
EURO
49,1893 0,04%
GRAM ALTIN
5.661,20 0,46%
FAİZ
39,31 -0,93%
GÜMÜŞ GRAM
70,46 0,38%
BITCOIN
88.074,00 1,23%
GBP/TRY
56,0079 0,14%
EUR/USD
1,1582 0,10%
BRENT
62,59 0,18%
ÇEYREK ALTIN
9.256,07 0,46%
İstanbul Açık
İstanbul hava durumu
15 °
  • ANASAYFA
  • GENEL
  • “HİTİTLERDEN COVID 19’A: BİYOLOJİK SAVAŞIN KARANLIK EVRİMİ”

“HİTİTLERDEN COVID 19’A: BİYOLOJİK SAVAŞIN KARANLIK EVRİMİ”

kose_yazisi

Sevgili dostlar hepinize tekrar merhabalar. İlginç bir gündem maddesi ile yeniden beraberiz. Malumunuz devir, savaş devri. Dünyanın hemen her yerinde savaş çanları çalıyor. Ama artık savaşlar eskisi gibi yüz yüze, göğüs göğüse, topla tüfekle yapılmıyor. Laboratuvar ortamlarında üretilen virüsler bunun cabası. Peki, sizce bu savaş yöntemi modern günümüze mi ait? Ne dersiniz? “Evet” diyenler yanıldı maalesef. Belki teknoloji yeni gelişti ama insanoğlunun mikroskobik yaratıkların varlığına dair herhangi bir bilgisinin olmadığı yüzyıllar öncesinde dahi onları savaşlarda kullanmada oldukça mahir olduğunu biliyoruz. İsterseniz tarihi en başa saralım ve “İlginç Biyolojik Savaş Tarihi” denizine balıklama dalalım.

*İlk durağımız MÖ 14. Yüzyıl. Mekân bizim topraklar, yani Anadolu. Anadolu’da hüküm sürmüş olan kadim Hititler, ticari yollarına tularemi hastalığını taşıyan enfekte koçlar ve eşekler sürerek oluşturdukları Tularemi salgınıyla düşmanlarına büyük zarar vermişler. Yaratmış olduğu etkiler hakkında ayrıntılı bilgi olmasa da bu durum, insanlık tarihinin tespit edilen ilk biyolojik savaşı olarak karşımıza çıkıyor.

*Zamanı yaklaşık 1000 yıl kadar ileriye alalım. MÖ 4. Yüzyıldayız ve bu kez yönümüzü Kafkas coğrafyasına çeviriyoruz. Konuğumuz, savaşçılıkları ve özellikle okçuluğu ile meşhur bir kavim olan “İskitler”. İskitler de ustalıkla kullandıkları oklarını çürüyen insan cesetlerine ve gübreyle karıştırılmış kana batırarak enfekte ederlermiş. Ünlü tarihçi Herodot’un anlattığına göre bu şekilde attıkları ok, düşmanlarında öldürücü ağır yara oluşturmasa dahi sonrasında gelişen Clostridium Perfringens isimli bakterinin yol açtığı gazlı gangren ve Clostridium Tetani isimli bakterinin yol açtığı tetanostan ölümlere sebebiyet verirmiş.

*Yıl MÖ 598. Atinalı Solon, Krissa kentini kuşatır fakat kuşatma beklediğinden uzun sürer. Solon’un sabrı kalmaz ve şehrin ele geçirilmesini hızlandırmak için bir fikri vardır. Şehrin ihtiyacını karşılayan su depolarını “Karaca Otu” ile zehirletir. Bu ot, ishal yapıcı etkiye sahiptir ve Krissa belki de ishal ile düşen tek kent olarak tarihe geçer. Solon belki şehri ele geçirmiştir ama kente girmesi oluşan koku nedeniyle muhtemelen kolay olmamıştır.

“MÖ 184 yılına gelelim. Kahramanımız meşhur Kartaca’lı komutan Hannibal. Hani filleri ile Alp Dağlarını aşıp Roma’yı Roma’da yenen ve sonrasında Anadolu topraklarında ölüp mezarı bugün Gebze’deki Bilişim Vadisi yakınlarında olan “Hannibal”. Antik tarih kitapları, Hannibal’ın Pergamon (Bergama) Kralı 2. Eumenes’e karşı kazandığı Eurymedon Deniz Savaşında düşman filosundaki gemilerin güvertelerine zehirli yılanlarla dolu kapların atılmasını emrettiğini kitaplar yazmaktadır. Savaşın Hannibal tarafından kazanıldığı göz önünde bulundurulduğunda bu biyolojik savaş yönteminin zamanında işe yaramış olduğu kabul edilebilir.

*Benzer tablo farklı bir tarihte ve farklı bir coğrafyada yine yaşanır. MS 198 yılında zamanın Roma İmparatoru Septimius Severus bugün Irak’ın Musul şehri yakınlarındaki antik “Hatra” kentini kuşatır. Kenti savunanlar, içi canlı akreplerle dolu kil kaplardan oluşan “akrep bombalarını” Romalı askerlerin üzerine fırlatır. Her yerine yağan akreplere ancak 20 gün dayanabilen Severus ve ordusu geri çekilmek zorunda kalır. Bu da savunma anlamındaki ilk biyolojik harp taktiği olarak tarihteki yerini alır.

*8. Yüzyıldayız ve bu kez Afrika topraklarındayız. İslamiyet sonrası coğrafyada hâkimiyetini artıran Araplar, bugün Güney Sudan topraklarında yer alan “Koalit Tepeleri” halkını hâkimiyetleri altına almak ister. Ancak ahalinin ellerinde son derece etkili doğal bir biyolojik silah vardır. “Çeçe Sineği”     . Bugün “Tripanosomiyazis” dediğimiz ve ısırıldığında “Uyku Hastalığı” yapan Çeçe Sineği, bölgeyi Arap istilalarından bölgeyi uzak tutmayı başarır. Bu da biyolojik harp savunması adına ilginç bir tarihi örnek olarak karşımıza çıkar.

*Yavaş yavaş günümüz doğru gelelim. Sıradaki kahramanımız meşhur Haçlı Kralı “Frederick Barbarossa”. Frederick Barbarossa, 1155 yılında kuşattığı İtalya’nın Tortona kentinin su kuyularını çürüyen insan cesetleriyle doldurarak zehirler ve şehrin düşmesini sağlar. Ama takdiri ilahi ki bu kralımız da 3. Haçlı Seferi esnasında üzerinde ağır zırhla at üstünde Silifke’de Akdeniz’e dökülen Göksu Nehrini geçerken boğulup ölür.

*Biyolojik Harp denince en çok bilinen ve anlatılan örneğe geldi sıra. 1346 yılına vardık. Bugünkü Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki Odesa şehrindeyiz. Tabi o zamanlarda şehrin ismi “Kaffa”. Moğol İstilasında, orduların içinde yer alan Tatarlar bu kenti kuşatır. Ve çoğu hikâyede olduğu gibi kuşatma süresini kısaltmak için biyolojik bir ajana başvururlar. Vebadan ölmüş kendi askerlerin cesetleri, mancınık yoluyla Kaffa kentine fırlatılır. Önce burada Kaffa’da başlayan kara ölüm veba, sonrasında tüm Avrupa’ya yayılır ve kıta nüfusunun 1/3’ünü yok eder.

*1495 yılında İspanyolların, Fransızlara satmak için şarap ürettikleri, ancak içine cüzzam hastalarının kanlarını karıştırıp düşmanlarını sabote ettikleri tarih kitaplarında geçen ilginç bir diğer anekdottur.

*Yıl 1650. Son derece ilginç ve bir o kadar da vahşi bir deneyimi paylaşacağım sizlerle. Polonya’dayız. Ünlü Polonyalı General  “Casimir Siemenowicz” etkinliği şüpheli ama tüyler ürpertici bir öneride bulunur. “Kuduz köpeklerin salyalarını, içi boş cam ya da kil kürelere koyup topla düşmana fırlatmaya ne dersiniz?”. Maalesef bu proje hayata geçer. Deneyin başarısı hakkında net bir bilgi mevcut değil, ancak insan ruhunun ulaştığı vahşiliği göstermesi adına son derece vahim bir örnek.

*Avrupa tarihi biyolojik harp örnekleri ile dolu. Bu kez 1710 yılının Estonya’sındayız. Tarih, Reval kentinde İsveç kuvvetlerini kuşatan Rusların, vebadan ölen insanların cesetlerini mancınıkla fırlatmalarıyla tekerrür etmiştir.

*Dünyaya medeniyet dağıtan İngilizler listede olmasa olmazdı tabi. Yıl 1763. Yeni kıta Amerika’nın ev sahibi olan Kızılderilileri en kestirmeden soykırıma uğratmak isteyen “İngiliz General Jeffrey Amhersf” ortaya bir fikir atar. Bu fikirle çiçek hastalarının kullanmış olduğu battaniyeler Kızılderililere hediye(?) edilir. İzole yaşamlarından dolayı savunma sistemleri oldukça zayıf olan Kızılderililer bu yöntemle Çiçek hastalığından kırılır. Ama yüce Allah’ın tecellisi, fikrin babası General Jeffrey Arhersf’in kendisi de çiçek hastalığından ölür gider.

*Tarihin en önemli karakterlerinden biri olan “Napolyon Bonaparte” bu listede var mı sizce? Bahsettiğime göre vardır tabi ki. Yıl 1797. Napolyon İtalya’nın Mantua çevresini işgal etmek ister. Yöntemi son derece vahşidir. Burada var olan sıtma hastalığının yayılmasını artırmak için çevredeki ovaları sular altında bırakmak.

* Sizlerden gelen yoğun istek üzerine ABD’yi de listeye ekliyor ve 1863 yılına zıplıyorum. Amerikan İç Savaşı Yılları. Köleliği savunan güneylilerin oluşturduğu Konfederasyon Güçleri, kendi ırklarından ve milletlerinden olan kuzeyli Birlik güçlerine, sarıhumma ve çiçek hastalığı hastalarının giysilerini satarak salgına ve kırıma sebebiyet veriyorlar. Alkışlar medeniyet bayraktarlarına gelsin.

*Kara kıta Afrika’dan kendi çaplarınca biyolojik harp taktiklerinden bir örnek daha vermek isterim. 1892’deyiz. Yer bugün “Benin” olarak bildiğimiz o günün ismiyle “Dahomey Krallığı”. Dahomey, “Borgu” isimli bölgeyi işgal etmek ister. Ellerinde o gün için modern sayılabilecek tüfekler vardır. Ama ucuna bitkisel zehir emdirilen Borgawa okları, Dahomey güçleri ile başa çıkmasını sağlar. Biyolojik silah, modern tüfekleri yener.

* “Böylesi bir listede Yahudiler yok mudur?” sorunuzu duyar gibiyim. Cevap tabi ki “var”. Yıl 1948. 2500 yıllık uzunca bir aradan sonra tarih sahnesine daha yeni girmişler ve hemen listeye dâhil olmuşlar. Arap-İsrail Savaşındayız. İsrail, savaş esnasında “Ekmeğini dök” kod adlı bir biyolojik savaş operasyonu yürütür. Başlangıçta milisler de dâhil olmak üzere nüfusun geri dönmesini engellemek için yeni temizlenen Arap köylerindeki su kuyularını tifo bakterileriyle kirletilir. Daha sonra biyolojik savaş kampanyası, Arap birlikleri tarafından ele geçirilme tehlikesi altında olan Yahudi yerleşimlerini ve ele geçirilmesi planlanmayan Arap kasabalarını da kapsayacak şekilde genişletilir. Biyolojik savaş kampanyasının Mısır, Lübnan ve Suriye gibi diğer Arap ülkelerine de genişletilmesi planlanır, ancak bunlar gerçekleştirilemez. Hatta bazı İngiliz askerleri de zehirlenir. Bu da olayın uluslararası alanda ilgi görmesine neden olur. Bu durum sizde şaşkınlık yarattı mı? Bende, “Hayır”.

*1955-1973 yılları arasında süren Vietnam Savaşında, Kuzeyli Vietkong gerillalarının, bir düşman askeri bıçaklandıktan sonra ciddi enfeksiyonlara yol açmak için dışkıya batırılmış iğne gibi keskin bambudan yapılmış “punji çubukları” kullandıkları, bu basit yöntemle Amerikan conilerine büyük kayıp verdirdikleri ve moral savaşında öne geçtikleri bilinmektedir.

*Yine coğrafyamıza yakın yerdeyiz. 1980-1985 arasında süren Irak-İran Savaşında Irak kuvvetlerinin İran’a ve kendi içindeki etnik gruplara karşı biyolojik hardal ve sarin gazı kullandıkları bugün kabul gören bir görüştür. Tarihte “Halepçe Katliamı” tam da bu olaydır.

* Biraz Uzakdoğu’ya açılalım ve çekik gözlülerin memleketine gidelim. 1995 yılının Japonya’sındayız. “Aum Shinrikyo” isimli bir tarikatın mensupları, Tokyo metrosunun havalandırma sistemine “Sarin Gazı” salarak 13 kişinin ölümüne ve binlercesinin yaralanmasına yol açar. Bu olay, Japon tarihinin en büyük terör saldırısı olarak bilinir.

*Yakın zamanın son biyosavaşı 2001 yılında ABD’de gerçekleşir. ABD medyasına ve hükümet ofislerine posta yoluyla “Şarbon” ulaştırılır ve beş kişi ölür. Bu olayın etkisi uzun süre devam eder ve o dönemde postacılara tüm dünyada potansiyel sabotör olarak bakılır.

*Ve 2019 sonu. Çin’in Wuhan kentinden yayılan COVID 19. Kimilerine göre doğal, benim de içinde bulunduğum bir gruba göre ise laboratuvar ortamında üretilerek kazara(?) piyasaya salınmış bir etken. Her ne olursa olsun nelere mal olduğunu hepimiz çok ama çok iyi biliyoruz.

Sonuç: Biyolojik Savaş, İnsanlığın Karanlık Yüzü

Görüldüğü gibi biyolojik savaş, modern çağın değil, insan doğasının ürünü.
Tarihin her döneminde insanlar, doğayı ve mikroorganizmaları silaha çevirmeyi başardı.

Bugün ise savaşlar artık tanklarla değil; bilgi, diplomasi ve biyoteknoloji ile yürütülüyor. Bu güç maalesef “Demokles’in Kılıcı” gibi her daim tepemizde duruyor.
Ama geçmişin dersini unutmamak şart:

Uyanık ve güçlü olmayan toplumlar, biyolojik savaşın görünmez cephesinde kaybeden olur.”

Yeni bir gündemle görüşmek dileğiyle…
Sağlıkla kalın. Saygılar.

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.
İsmail GÜZEL 22.10.2025 21:13

Gerçekten ilginç bilgiler.Tebrik ederim

Yanıtla