İnsan denen varoluşsal paradoksun modern hali, tarihin en ironik takasını gerçekleştiriyor. Nasıl mı? Özgürlüğün yüksek maliyetli riskini bir kenara iterek, köleliğin çürütücü güvenliğine koşarak sarılıyor. Artık zincirlerimiz somut değil; algoritmik ve finansal spekülasyonun şeffaf olmayan kafeslerinde yaşanıyor. Bu tercih, zayıflıktan çok, varoluşsal tembelliğin ve sömürüye duyulan patolojik iştahın eseridir.
Bizler eşitlik tablosunun sunduğu makul ve hak edilmiş payı küçümseyen, sırt çeviren bir nesiliz. Zira eşitlik, öngörülebilir ve ne yazık ki heyecansız bir düzen vaat eder. Oysa insani ihtiras, daima spekülatif bir heyecan arar. Dolayısıyla, eşitsizliğin kumar masasında, bize düşme olasılığı istatistiksel olarak sıfıra yakın olan o hayali, o fantazmatik büyük pay için yanıp tutuşuruz.
Ve son zamanlarda görünen o ki, bu iştah, bizi birer ekonomik mistiğe dönüştürmüştür. Nitekim günümüz dünyasında, emeğe dayalı rasyonel payı temsil eden mühendislik, tarım veya eğitim gibi üretken alanlarda sabırla ilerlemek yerine, kısa yoldan zenginlik vaat eden kripto para birimleri gibi spekülatif balonlara yatırım yapıyoruz. Bu, sisteme karşı koymak değil, sistemin en tepesinde yer alma arzusunun patolojik bir yansımasıdır.
Bu kaçış, sadece finansal piyasalarda değil, dijital arenada da somutlaşmış durumda. Milyonlar, kendi yaşamlarının mahremiyetini bir meta haline getirerek, hiper görünürlük yoluyla o büyük paya, yani "Influencer Mitosu"na ulaşmayı hayal ediyor. Bu kendi kendinin patronu olma yanılsaması, esasen güvencesizliği 'özgürlük' biçimi olarak satın almaktır; sendikal hakları, emekliliği ve hatta sabit kimliği reddetmek pahasına sisteme gönüllü entegrasyonun zirvesidir
Bu döngünün en trajik yönü ise, sömürü düzeninin ateşini harlamanın bir "tıklama" kadar kolaylaşmasıdır. Sosyal medya algoritmaları, bize sürekli olarak daha fazlasını elde edenlerin vitrinini sunuyor. Bu durum, sömürüyü eleştirmek yerine, bireyin kendi yetersizliğini ispatlamaya çalışıyor. Her beğenimiz, her arama sorgumuz, bizi sömüren o devasa yapıların yapay zekasını besliyor, algoritmalarını mükemmelleştiriyor ve bizi daha derin bir gözetim kapitalizminin içine çekiyor.
Sonuç olarak, o meşum büyük payın peşinde koşarken, farkında olmadan kendimizi sömüren sistemin en ateşli, en dindar misyoneri haline geliyoruz. Zincirlerimizi kendi ellerimizle parlatmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Bizi sömüren düzen, artık zorbalıkla değil, ihtirasımızın yarattığı yanılsamalarla işliyor. Büyük pay için yanıp tutuşan bizler, düzenin yıkıcısı değil, sistemin en sadık, en ateşli ve en gönüllü hizmetkarı olmaya dünden razıyız. Bizler, kendimizi sömüren düzenin ateşini harlamaktan başka bir işe yaramayan o trajik, o döngüsel durumu yaşıyoruz.
Geçmiş olsun, demek için de artık çok geç/miş olsun.

