BIST 100
10.857,17 -0,28%
DOLAR
42,4749 0,07%
EURO
49,1860 0,03%
GRAM ALTIN
5.668,58 0,59%
FAİZ
39,31 0,00%
GÜMÜŞ GRAM
70,72 0,77%
BITCOIN
87.839,00 0,96%
GBP/TRY
56,0040 0,14%
EUR/USD
1,1581 0,10%
BRENT
62,60 0,19%
ÇEYREK ALTIN
9.268,13 0,59%
İstanbul Açık
İstanbul hava durumu
15 °

EDEBİYAT PODYUMDA

kose_yazisi

Edebiyat, kelimelerin ötesinde bir sessizlik taşır; hem insanın iç dünyasına açılan bir kapıdır hem de dış dünyanın gürültüsünden uzaklaşmanın yolu. Fakat bugün yazı, sıkça dile getirilen "kendini ifade etme" amacını aşalı çok oldu. Yerini, giderek daha baskın bir biçimde yazarın/yazanın "kendini gösterme" arzusu aldı.

Kelimeler artık yazarın en şık giysisi, yazı ise üzerinde her harfin birer podyum ışığına çevrildiği gösteri alanı. Özellikle edebiyatın görünür alanlarında bu durum rahatsız edici bir şekilde hissediliyor. Sosyal medyada birbirini alkışlayan paylaşımlar, ödül törenlerinde verilen pozlar, dergi sayfalarında birbirini parlatan yazılar… Bütün bunlar, yazının özündeki sessizliği ve samimiyeti gölgeliyor.

Bugün karşılaştığımız en ciddi sorunlardan biri de "okumadan yazmak." Kitaplarla beslenmeyen, düşünceyle yoğrulmayan, yalnızca görünür olmak için aceleyle üretilen metinler… Birikimden değil, hızdan doğan. Yazının sessizliğini duymadan kaleme alınan her şey, edebiyatın dilini yüzeyselleştiriyor. Bu tür metinler, birkaç günlüğüne dikkat çekse de, okurda kalıcı bir iz bırakmıyor. Ama asıl sorun bu süre zarfında kaliteli yazıların fark edilmemesi oluyor.

Aynı hız ve yüzeysellik, yayınevlerine de sirayet etmiş durumda. Artık birçok kitap okunmadan, editöryal süzgeçten geçirilmeden basılıyor. Yayınevleri, gerçekten edebiyatı öncelemek yerine, satış potansiyelini, yazarın görünürlüğünü ya da sosyal medyadaki takipçi sayısını öne çıkarıyor. Okunmadan basılan bu kitaplar, edebiyatın sessiz emeğine değil, piyasanın gürültüsüne hizmet ediyor. Böylece yazının içsel derinliği değil, etrafındaki gösteri ön plana çıkıyor.

Bir de hoyratça dağıtılan, usta/üstad sıfatları var tabii. Her duyduğumda bunca usta varsa neden çırak yok acaba sorusu geliyor aklıma.
Bu öylesine söylenmiş sıfatlar edebiyatın özünü daha da bulanıklaştırıyor.
Kimlerin gerçekten yazıyla uğraştığını değil, kimlerin hangi çevreyle ilişki kurduğunu, hangi dosyanın kimlerin tavsiyesiyle öne çıktığını tartışır olduk maalesef. Yazı, kulislerde dolaşan bir meta haline geliyor. Oysa edebiyatın kalbi burada değil. Edebiyat, ödüllerin, jürilerin ve fotoğraf karelerinin arasında değil; sessiz bir masada, içinden yükselen sesi dinleyen yazarda yaşıyor.

Gerçek yazı, dışarıdan gelen alkışa ihtiyaç duymaz. Kendi sessizliğini, kendi içsel yankısını bulduğunda anlam kazanır. Bir metnin asıl başarısı, yazarını değil, okuru dönüştürmesindedir. Yazı, okuru kendi içine çeker; ona görünüşün değil, derinliğin yolunu açar.

Şu soruyu sormadan geçmek istemiyorum; Yazmak gerçekten ölümsüzlük sağlar mı? Belki. Ama bu ölümsüzlük, yarışmaların ya da beğenilerin getirdiği geçici ünle değil, kelimelerin bıraktığı izlerle mümkündür. Edebiyatın kalıcılığı, ödül listelerinde değil; okurun ruhunda açtığı yarıklarda, yankılanan sessizliktedir.

Edebiyat, en çok da sessizliğiyle anlamlıdır. Bu sessizlik, gürültüden kaçmak değil; kendi sesini bulmak için gerekli bir alan açmaktır. Yazının gerçek sesi, dış müdahalelerden bağımsızdır. Belki de bugün, bize en çok gereken şey biraz daha susmak, biraz daha derinlere inmektir. Çünkü gerçek edebiyat, görünürlük peşinde koşmaz; sessizliğin içinde kendiliğinden görünür olur.

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?