Şiir plan yapmaz; program, çizelge veya mantık onun için sadece yabancı bir dildir. Zamanın ve mekanın dayattığı düzen, onun varoluş alanına müdahale edemez. Bizler not eder, altını çizer, anlam yüklemeye çalışırız; o ise aramızdan kayıp gider ve bir boşluğun içine düşer. Şair ne kadar müdahale ederse etsin, şiir kendi formunu kendi belirler; ne vakit elini uzatıp yakalamaya çalıştırsan, işte o zaman hemen uzaklaşır, kendini kendine/kendiyle kapatır. Çünkü şiir, özgürlüğünü yalnızca kendi kaosunda bulur.
Peki ya sözcükler? Onlar anlam taşımazlar; aksine birer hızlandırıcıdırlar; bir araya geldiklerinde gerçeği değil, titreşimi üretirler. Yanlışlar, çatlaklar, boşluklar… İşte şiir tam da burada hareketlenir. Biz onu doldurmaya çalıştıkça, o bize kendini kapatır. Çünkü şiir, kendi karanlığında dolaşır, kendi ritmiyle büyür. Bir dizeyi anladığımızı sandığımız an, şiir çoktan başka bir frekansa doğru akmaya başlamıştır bile. Biz şiire dokunmak isteriz, oysa o bize dokunur, hem de hiç fark ettirmeden.
Şiir bir ağacın büyümesi gibidir; kökleri görünmez, dalları rüzgarla oynamaya mecburdur. Hangi yaprağın hangi rüzgarla sallandığını -asla- bilemeyiz. Biz yalnızca düşüşünü izleriz; bazen kaybeder, bazen de sürükleniriz onunla birlikte. İçerik bizimmiş gibi görünür, ama kontrol bizde değildir; şiir kendi başına yürür, kendi başına kaybolur, kendi başına doğar. Ve her doğuş, varoluşun derin sorgulamasını taşır içinde; biz ise sadece tanıklık ederiz, hayranlıkla ve hayretle.
Okur olarak, sadece bu hareketliliğin gözlemcisi olabiliriz. Bir satırın gölgesi diğer satırı takip eder, bir duraklama sessizliği sonraki dizeyi tetikler. Şair, okur, eleştirmen… Herkesin rolü yalnızca beklemek ve gözlemlemektir. Yanlışlar, anlaşılmayan imgeler, tıkanan ritimler… Hepsi şiirin kendi kendini doğruladığı, kendi karanlığında aydınlandığı alanlardır. Ve bu alan, insanın anlam arayışını hem zorlar hem özgürleştirir; çünkü şiir, anlamı değil, bilinci harekete geçirir.
Ve satırlar arasında, okunacak ilk başlıkla çarpışacak bir gerçek varsa o da şudur; şiir, planın dışında hareket eder. Onu durdurmaya kalkmak, anlamını sabitlemeye çalışmak, sadece kendi sınırlarımızla karşılaşmak demektir.
Çünkü şiir, hem bizimle hem bizsiz var olur; hem görünür hem görünmezdir; hem yanlış hem doğrudur. Onu anlamaya çalıştıkça, şiir uzaklaşır; biz kalırız, kendi içimizdeki sesin ve boşluğun sessizliğinde. Satırlar arasında, sözcüklerin aralığında, gözlerimizle değil ruhumuzla gördüğümüz bir alan açılır; şiir, orada, kendi karanlığında ışıldar, kendi ritmiyle akar, kendi varlığını sessizce ilan eder. Ve biz fark ederiz ki, anlamın peşinde koşmak koca bir yanılgıdır; çünkü şiir, varlığın ta kendisidir, kaçınılmaz ve dokunulmaz, hepimizin içinde, ama kimsenin kontrol edemeyeceği kadar özgür...

