
"HİSLER" birliği mi "HİSSEDAR" iş birliği mi?
Modernleşmenin sihri "Eşitlik" kodudur. Erkek ve Kadına yüklediği bu yazılım ile iki cinsi hayatın istisnasız her konusunda "Eşitlemek" yarışına sokmaktadır. Öyle bir eşitlik yarışı ki bu; Bir cinsiyette olup diğerinde olmayan şey ya "eksiklik" veya "gasp bu edilmiş hak" olarak etiketlenmektedir. Kuşkusuz bu eşitleme sadece ontolojik/varoluşsal hiyerarşide veya sosyolojik statüde bir eşitleme değildir; her ne var olacaksa; bunu elmanın iki eşit yarısı gibi hissedarlaştırmak da vardır.
Kuşkusuz bu eşitlem projesinde modernleşme tek başına değildir; Özellikle Kapitalizm ve Liberalizm de eşitleme yarışını eğitim, ekonomi, teknoloji, cinsiyet, kazanımlar... gibi her alana teknik olarak taşımaktadır. Tabi bir kurnazlıkla bu program mühürlenmektedir: "Eşitsizlik mi olsun!...".
Biz Müslümanların bu durum karşısında sığındığı bir motto var ki; hem bir ironi hem bir trajediyi resmetmektedir: "Eşitlik değil adalet!...".
Aslında Müslümanların "Eşitlik değil Adalet!" mottosu ne içeriği ne de sınırları tarif edilmiş bir ideadır. Sadece etki-tepki kadrajında bir sığınma navigasyonudur. Ve temelsizdir!...
Neden temelsizdir!... Çünkü modernleşmenin erkek ve kadını hayatın içinde "eşit hissedar" yapma zekasını çözememiştir. Modernleşmenin "Eşitlik" indeksinin aslında "Cinsiyetsizleştirme" stratejisi ürünü olduğunu görememiştir.
Mesela modernleşmenin aslında bir "MİHİR İDEOLOJİSİ" olduğunu kestirememiştir. Yani modernleşme aslında bir "BOŞANMA" üzerine kurgulanmış Cinsiyet Ortaklığıdır. Ve kuşkusuz buradaki ortaklık hisler ortaklığı değil; hissedar ortaklığıdır.
Peki Müslüman dünya neden "Hisler" kodlu-yazılımlı değil de "Hissedar" kodlu-yazılımlı aile anlayışına yöneldi? Müzakere adına kritik bir iki notu paylaşalım:
***
1) AİLE BİR "SOY ŞİKETİ" OLDURULDU?
Modernleşmenin aslında Kapitalizm-Liberalizm ile stratejik müttefik olma sebebi üç kavramın da özünün "İktisadi" olmasından kaynaklanıyor. Yani modernleşmeye göre aile ve soy aslında bir "Yatırım" ve "Şirket Yönetimi" karakterlidir. O nedenle "Boşanma" özü itibariyle "neresinden dönülürse kardır". esprisi içerir.
"Kadının istihdamı ile boşanma arasındaki ilişki" üzerine metaforlaştırılan durumlar da aslında bir istatistik oyunu değil aileye rasyonel koordinat içinde bakılması gerektiğinde ısrar eden modern aile tipolojisinin gerçek resmidir.
Aslında dindarların tarihindeki "Aile Fıkhı"nın da özünde aynı iktisadi mantık vardır. Zaten "Erkek egemen yorum"un İslami ilimlerin omurgasına gelip yerleşmesinin de ana/annaç gerekçesi yine iktisadidir; Savaş/Cihad ve Tarla/Ekmek Ekini "Erkek egemen"liginin iki ana meşrulaştırma prosesidir.
Dolayısıyla dindarlar, modernleşmenin aile anlayışına eklemlenmekte hiç zorlanmadılar. Sadece istihdama katılan Kadının "Yeni içtihad" performansından kaynaklı erkekler mevzu kaybetmiş oldu.
Modernleşme tarihinde özellikle PROTESTAN anlayışın "İktisadi gerçeklik Tanrının da övdüğü çalışmakla tamamlanır!" tezi/içtihadı Müslümanların "Her an ölecek gibi ahirete; hiç ölmeyecek gibi dünyaya çalış!" atasözü ile birebir örtüşüyordu. Yani gizlenmiş bir seküler metodun ve de laisite durumuna içkinlik zaten dindarların ruhunda vardı. O nedenle modernleşmeyi Müslüman dünya sevdi!...
"Eşitlenmek" yarışında koşturan dindar kadınlar aslında pratikte/defakto olarak, İslami ilimleri baypas etmede ve eşitliği bozucu herşeyi inkar etmede oldukça başarılı oldular. Bu şu demekti: "Hayatın gerçekliği Seyis olmaktı Dinin ideası ise At'tı. Seyis At'a biner ve sürer!..." kuralı işledi.
***
2) MODERNLEŞME DULLAR MEZHEBİDİR.
Modernleşmenin altın vuruşu, pik grafiği, klas volesi ve en önemlisi öldürücü/yıkıcı gücü "Sex" alanındadır. Çünkü Beden ve cinsel ilişki üzerinde kutsallığı/kutsamayı/maharemiyeti kaldırmayı başarmıştır.
"İrade benim; Akıl benim; Beden benim!..." diye listelenen "Benim! Sana ne?!" pozisyon alışı; aslında "Tanrısız İnsan", "Cinsiyetsiz Aile/Toplum" ve "Otoritesiz Birey" projesinin marşıdır!...
Modernleşme sadece Fuhşu "Sex sekötürü/İşçiliği" diye iktisadi norma indirgemez; aynı zamanda Sex'i "İki kişinin karşılıklı rızasına dayalı alış-veriş" kabul eder. Nitekim "Sadakat" kavramını da "Sözleşmeyi ihlal" diye görür ve sadece cezası ödendiğinde normal kabul eder.
Fakat modernleşme ile beraber gelen en yaygın-şöhretli edinim/kazanım: Cinsel kültür parklarıdır. Yani cinsel ilişkiyi "kutsallıktan arındırılmış Organ hakkı!" diye tarifleme becerisidir.
Hatta "Cinsel terapist" etiketli bütün "Bilimsel/Eğitsel" girişimlerin çoğu "Tıbbın bir kolu" olmaktan hızla sıyrılıp; Pornografinin merdiven altı rehberliğine evrilebilmiştir. Özellikle "Tabuları yıkalım!" veya "Cinsel cehalete son!" gibi afişlemeler aslında sosyolojik bir gerçeklikten çok sektörel PR ve pazar payını genişletme uyanıklığıdır.
Dolayısıyla "DUL" durumu "Ölüm" veya "Boşanma" sonrası özel bir durum olarak değil; Aile kavramı karşısına yerleştirilmiş ana akım cinsiyet oladurulmuş bir mezhep gibidir.
Yani modernleşme sürecinde Aileyi ayakta tutmaktan çok ( Prensip ve tavsiye olarak ileri sürse de ) asıl olan DUL sosyolojisinin çalıştırılmasıdır. Yani boşanan çiftlerin seçeneksiz kalmadan hızla fakat mutlaka rasyonel-iktisadi tecrübe ile hızla yeniden bir araya gele bilme becerisi göstermesidir.
Ölüm veya Boşanma sonrası hayatın devamlılığı ve insan fıtratının refleksi gereği Dulların yeniden hayat-yuva kurmasının normalitesi ile ilgilenmez Modernleşme; Modernleşme daha çok "Dul" olmanın ve kalmanın "Tek eşe mahkum kalmak" ile kıyaslandığında normaliteye ve iktisada daha yakın düştüğünü ileri sürmektedir.
İstihdamda aktifleşmenin Kadınların bir birlerine "Çekmek zorunda değilsin! Kendi özgürlük çivini iktisadi çekiçle çak!..." kampanyasının yaygınlığı; modernleşmenin DUL MEZHEBİ olmasından kaynaklanıyor.
Müslüman dünyadaki boşanma-dul-çok eşlilik etrafında dolaşıp duran çaresizliğin ana sebebi de modernleşmenin sunduğu DUL MEZHEBİ seçeneğinin daha kışkırtıcı-şehvetli ve rasyonel olmasından kaynaklanıyor...
***
3) ROL TRANSFERİ İÇTİHADI YER!
Müslüman dünyanın, bizlerin, en çok övündüğü fakat dertlere derman kılmakta yetersiz kaldığı; en fazla şovunu yaptığı fakat faydasını sosyolojik ölçekte gösteremediği bir övünçlemiş metodu var: İçtihad!
Fakat ekmeğini klasik İslami ilimler metinlerinden kazanan; itibarını biraz Arapça çokça metin alıntısı yapmaya borçlu; ve en yaygın olanı da "daha az bileni bul; sömür!" kurnazlığında kendine payaler-statüler veren hayat simsarlarının veya değer korsanlarının cirit attığı bir iklimde; İçtihad imkanını kimin nasıl kullanacağı konusu da ayrı bir muammadır.
Modernleşmenin dindarlar üzerindeki etkisi "Nükleer bomba" gibi olmuştur; Sığınaklarına girebilenler hariç; Dindar dünya zehirli toz bulutu ile kaplanmıştır. Sığınaklarına girebilen dindarların da sığınaktan çıkamadan modernleşmeye sövüp durmaları ayrı bir trajedidir.
Modernleşmenin en çok eğlendiği konu dindarlara Kadın üzerinden aşağılayıcı saldırılar düzenlemektir. Bu alay serisini ciddiye alıp "İslam'da Kadın" başlıklı cevaplar, çözümlemeler ise çaresizliğin dışa vurumundan ibarettir.
Oysa modernleşme ROL TRANFERİ metoduyla çoktan erkek ve kadın arasındaki rolleri yer değiştirerek, evrilterek kendi iktisadi insan tipolojisini "Cuk!" diye oturtmuştur.
( Özellikle; Hacc, Oruç, Namaz gibi aynı kategoride sunulan; Ve yapılmadığında da: Hırsızlık, Zina gibi büyük günahlardan gösterilen "Saç örtmek/Başörtüsü hikayesinin bile geldiği noktanın "Üstü forma-altını sorma" trajedisinde; Saçların dışında herşeyini modernleşme taşıyıcısı olduğu kadın tipolojisi de... Müslüman dünyanın kendi elleriyle kendisini Kadın konusunda boğduğunu göstermektedir...)
Dolayısıyla rol transferi metoduyla dindarın zihin dünyasını felç eden modernleşme; rol transferi ile işini yürütürken; yeni rollerine alışmış önce Kadın ardından Erkek dindarlar; dudak tiryakilikleri sebebiyle "Eşitlik değil Adalet!" salvosu içinde olsalar da; aslında iliklerine kadar modernleşmenin eşitlediği yarışta koşturmaktadırlar...
Hislerin dünyasından Hissedarlığın dünyasına göç etmiş; Cinsiyet göçmenleri durumunda olan dindarların modernliğe eleştirilerini dinlerken insanın içi parçalanıyor. Çünkü eleştirdiği şeyi akide kıldığından habersiz olmak ne büyük trajedidir!...