BIST 100
10.720,36 -0,06%
DOLAR
41,8190 0,19%
EURO
48,6128 0,45%
GRAM ALTIN
5.404,54 1,25%
FAİZ
40,01 -0,25%
GÜMÜŞ GRAM
67,45 1,90%
BITCOIN
111.812,00 -2,21%
GBP/TRY
55,8959 0,45%
EUR/USD
1,1619 0,48%
BRENT
62,73 -3,82%
ÇEYREK ALTIN
8.836,42 1,25%
İstanbul Hafif Yağmur
İstanbul hava durumu
17 °

Kahvenin sosyokültürel yolculuğu

kose_yazisi

Tekrar merhaba dostlar. Dost denince hatır, hatır denince akla kahve geliyor. O halde dilerseniz bugün hep beraber kırk yıllık hatırı olan kahvenin eğlenceli tarih yolculuğuna çıkalım. Yıl 800’ler. Yer o zaman Habeşistan olarak bilinen yani bugünkü Etiyopya. “Kaldi” ya da “Hâlid” isimli keçi çobanı, özellikle bir ağacın meyvesini yiyen keçilerin son derece enerjik hale geldiğini ve yerinde duramadıklarını gözlemler. Kendisi de bu meyveyi yediğinde aynı keçiler gibi canlandığını hisseder. Çobanımız Kaldi, bu meyvelerden toplar ve köyündeki dervişlere götürür. Köydeki dervişler de aynı dinginliği yaşar. Korkarlar. Bunun şeytanın işi olduğunu söyleyerek meyveleri ateşe atarlar. İşte tam o anda cennetten çıkmışçasına güzel bir koku yayılır etrafa. Hata yaptıklarını anlarlar. Hemen köz haline gelmiş meyveleri hızla ateşten alırlar ve sürahiye koyarlar. Muhafaza etmek için üzerine sıcak su dökerler. Ortaya yayılan koku, daha da cazip hale gelince içlerinden biri dayanamayıp bu sudan içer. Hoş tadı ve uyarıcı etkilerinden dolayı herkese ikram eder. Sufi dervişlerin bu gizemli sudan içtiklerinde gece ibadet ve dualarında daha enerjik ve istekli olduklarını hissederler ve bu mucize meyvenin suyunu düzenli tüketir hale gelirler. İşte bu mucize meyve bildiğimiz ve bugünkü mevzubahsimiz olan kahvedir. Kahve ile ilk ilgili en çok kabul gören rivayet bu şekilde. Bir başka rivayete göre ise Habeşistan’ın yüksek yaylalarında yaşayan ahalinin kahve tanelerini un haline getirerek ekmek yaptıkları ve yapılan bu ekmeğin içeriğine göre çok daha fazla enerji verdiği kabul ediliyor. Hasta olanlara da kahve tanelerinin kaynatılarak suyunu içirdikleri, hastaların iyileştiği ve kahveye “Al fakhiat al sihria” yani “Sihirli Meyve” dendiği biliniyor. Durum böyleyken 14. yüzyılda yaşadığı rivayet olunan Habeş Sûfisi Şeyh Şazili’nin bildiğimiz şekilde kahve tanelerinin kavrulduktan sonra ezilerek pişirme suretiyle içen ilk kişi olduğu kabul ediliyor. Tahmininiz üzere bu malum kişi, günümüzün popüler bir kahve firmasına isim babalığı yapmakta. Kahve isminin kökeni konusunda da iki ayrı görüş var. Bir görüşe göre Arapça “iştahı kesilmek” anlamına gelen “kâhiye” fiilinden türemiş “Kahwah” sözcüğünden gelmekte. Bununla ilişkili olacak ki Yemen yöresinde “Kahwah” denilen ve iştah kesici özelliği olan siyah renkli bir şarap varmış zamanında. Bir diğer iddia ise bu ismin, Yemen yöresinde “Kahva” isimli bir yöreden geldiği yönünde. Her nereden gelirse gelsin tüm dünyaya kahveyi tanıtan biziz. Bundan dolayıdır ki dünyada ilk kahvehane bizde açılmış. 1554 yılında İstanbul Tahtakale’de iki Suriyeli Arap’ın açmış olduğu işletme, bugünkü kafelerin atası olarak kabul ediliyor. Avrupa’da ilk kahvehane o tarihte yakın ilişkide bulunduğumuz Venedik’te 1654’te açılıyor. Deyim yerindeyse sonra patlayıp gidiyor ve günümüz “cafe” çılgınlığına kadar varıyor. Seversiniz ya da sevmezsiniz bilemem, ama kahvenin kültürümüzde yeri çok çok özel. Öyle ki bizi diğer tüm milletlerden ayıran ve maalesef etkinliğini her geçen gün kaybeden âdâb-ı muâşeret kurallarında kahve ile ilgili birçok güzel ayrıntı var. Neymiş bunlar, gelin beraber bakalım. Eve misafir geldi ve siz aç olup olmadığını bilmiyorsunuz. “Aç mısın?” diye sormak ta uygun değil. Mutlaka kahve yapılır ve yanına da bir bardak su konulurmuş. Eğer misafir toksa önce kahveyi içermiş. O halde misafire sadece meyve ikram edilirmiş. Ama aç ise sudan bir yudum alırmış. Bu şekilde kimseyi kırmadan ve utandırmadan misafirin aç olduğu anlaşılır ve hemen yemek hazırlanırmış. “Görücü Kahvesi” denen az bilinen son derece naif bir kültürümüz daha varmış. Gelin adayını belirleyen erkek tarafı, yanına akraba veya komşulardan birkaç kadın ile kızın evine gidermiş. Rutin olarak kahve ve su ikram edildikten sonra gelin adayı da görücülerin karşısında otururmuş. Görücü kahvesi gayet yavaş içilir ve bu esnada gelin adayı incelenirmiş. Sırf bundan dolayı kahvesini olağandan yavaş içenlere söylenen, “Görücü kahvesi mi içiyorsun?” sözü buradan geliyormuş. Kahveler bitince fincanları toplayan kız odadan çıkarmış. Eğer kız beğenildiyse kız isteme olacağının emaresi ile müsaade istenirmiş. Eğer beğenilmediyse birkaç dünya kelâmı söylenip kalkılırmış. Günümüzün bayağılaşmış ilişkilerine bakıldığında ne kadar ince bir hareket değil mi sizce? Yok, o kadar da etkilenmedim diyorsanız, acele etmeyin. Şimdi anlatacağımı da bir dinleyin, sonra karar verin. Konumuz tabi ki damat kahvesi. Evde kızı olan anneler, kızları evlenme çağına geldiğinde evin reisi olan erkeğe, çarşıdan çeşitli ve karışık desenlerde (yani allı, güllü, hayvan desenli, alacalı vs.) kahve fincanları aldırırmış. Bir gün nasip çıkar eve istenmeye gelindiğinde, önce kız kapı arasından damat adayını çaktırmadan süzermiş. Ve “Allah’ın emri…” faslından sonra kahveler kız tarafından kız kardeş ya da ahretlikleri yardımı ile hazırlanırmış. Eeee ne var bunda? Diyorsunuz, duyuyorum. Bekleyin. İşin özelliği ve güzelliği şimdi başlıyor. Kızın getirdiği fincanda ayrı yönlere bakan kadın ve erkek figürü varsa bunun anlamı, “Seninle bir gelecek düşünmüyorum” demekmiş. Eğer fincanda tek bir gül varsa “Henüz evlenmeye niyetim yok” demek isteniyormuş. İki gül ya da lâle varsa “Gönlüm size geçti. Evlenebiliriz”  mesajı veriliyormuş. Eğer fincanda alacalı, beleceli yani karışık desenler varsa bunun anlamı da şuymuş. “Karışığım. Kararsızım”. Ya da fincanda aslan, kaplan, şahin gibi vahşi hayvan desenleri varsa damada “Benim gönlümde yatan bir aslan var. Görücü geldiğini duyarsa seni parçalar. Kendine başka ceylan bul” denmek istiyormuş. Tam tersi ceylan, kedi, gibi evcil hayvan resmi varsa “Sana itaat etmeye yani eşin olmaya hazırım”, yüz yüze bakan kadın ve erkek resmi varsa “Gönlüm sende” demek anlamına geliyormuş. Yok, hazırlık yapılamadan isteme aceleye geldi ve böylesi karışık anlamları olan fincan bulunamadı ya da herkesin anlayabileceği mesaj vermekten utanılıyor? O zamanda herkesin bildiği çözüm devreye giriyormuş. Kızın gönlünde başka bir sevdiği varsa ya da oğlanı beğenmediyse o zaman da sadece damat adayının anlayabileceği şekilde kahveye şeker yerine tuz katılırmış. Eğer damat adayı kahvede olmaması gererken tuz tadını alırsa, kızın hayatında da yer almaması gerektiğini son derece zekice, kibarca ve kırılmadan alırmış. Heyecandan kahveye şeker yerine tuz katıp, sonrasında “Bu isteme işi niye hayırlısıyla nihayete ermedi?” diye serzenişte bulunan şanssız kızlar da olmuştur muhtemelen tarihte.  Ancak günümüzde bu ritüel maalesef çok ters kullanıyor. Damada muziplik olsun diye, istekli olsalar da kızlar tarafından kahveye tuz katılıyor. Ya damat adayı bu geleneği bilip kızın gönlü başkasında diyerek çekip giderse ne olacak? Dımdızlak kalma riski var değil mi? Eveeet. Sizin de kabul edeceğiniz üzere kahve toplumumuzda çok sevilir. Hele sabah içilen kahvenin değeri bir başkadır. Ama aç karna kahve içilemediği için öncesinde sırf kahvenin hatırına sabah yemeği yenerek kahveye bir “altlık” yapılırmış. İşte günün ilk öğünü için kullandığımız “Kahvaltı” tabiri de bu altlıktan geliyor. Kahve tüm dünya tarafından oldukça sevilmesine ve su ile çaydan sonra en çok tüketilen 3. sıvı olmasına rağmen tarihte birçok yer ve zamanda yasaklanmış. Bu da en çok yasak gören içecek sıfatını kazandırmış kahveye. Çeşitli nedenlerle Osmanlıda 4 kez yasaklanmış. Her birinin gerekçesi ile sizi ayrıntıya boğmayacağım ama en ilginci olan ilk yasağından bahsedeceğim. Kanuni dönemi şeyhülislamı (ki kendisi İnegöl İshakpaşa Külliyesinde de bir dönem müderrislik yapmıştır) Ebussuud Efendi, kahve ile ilgili şöyle bir fetva vermiş. “Kömür oluncaya kadar kavrulup yakılan şeyin tüketilmesi caiz değildir. Birlikte oturup içilmesi de Hristiyan âdetidir. Yasak sadece bizde mi? Tabi ki hayır. Örneğin 1675’te İngiltere Kralı Charles, kahve içmeyi ve kahvehaneleri yasaklamış. Gerekçe “İnsanlar buralarda toplanıp kahve içerken, benim hakkımda ileri geri konuşuyor”. İsveç Kralı 3. Gustavo’da kahvenin zehir olduğuna inanırmış. Kendince bunu kanıtlamak için bir mahkûma her gün kahve diğerine de çay verilmesini emretmiş. Doktorlara da bunları gözleme talimatını vermiş. Ancak ilk önce doktorlar, sonra da kral ölmüş. Sonra çay içen hayatını kaybetmiş. Yani kahve içen mahkûm hepsini gömmüş. İlginç birkaç bilgi ile kahveyi soğutmadan bitirelim. Meşhur besteci Beethoven kahveyi çok severmiş. Her gün mutlak içermiş. Ama özelliği şu. Her kahve fincanında ne eksik ne fazla tam 60 kahve çekirdeği olmasına büyük dikkat edermiş. Bir diğer müzik üstadı Bach ise kahve sevgisine istinaden “Kahve Kantantı” isimli bir eser bestelemiş. 1883’te hezimetle sonuçlanan 2 Viyana Kuşatması sonrası ricat edilen Osmanlı Ordusunun arkasından bıraktığı kahve çekirdeklerini, müdafaaya katılan “Cappucin Rahipleri” yani “Kapşonlu Rahipler” bulmuşlar. Önce bunları deve dışkısı sanmışlar. Ama daha önce Venedik’te bunu kahveyi gören ve içen birinin telkiniyle, kendilerince içilebilir hale getirmek için kahve çekirdeklerini ezip süt ve balla karıştırıp içmişler. İşte bu kapşonlu rahiplere ithafen o içeceğe şimdi “Cappuccino” diyoruz. İtalyanların meşhur ve oldukça sert olan Espresso kahvesini hepimiz biliyoruz. Her babayiğidin her gün içeceği bir kahve değil. Yıl 1944 Müttefik kuvvetleri parça parça İtalya’yı özgürleştirmek için İtalya’nın Anzio bölgesine çıkarma yaparlar. Malum Amerikalılar dünyanın efendisi ya(?). Buradaki kafelere meşhur İtalyan kahvesi espresso içmeye giden Amerikalılar bu çok sert olan kahveyi içemez. Şikâyet ederler ve sürekli yarıda bırakırlar. Bu durumu gören garsonlar espressoyu suyla dilüe ederek servis etmeye başlarlar. Yani bizdeki “Paşa Çayı”. İtalyanlar zamanla yarı su yarı kahve olan bu içeceğe biraz da alay ederek “ americano” demeye başlarlar. Ve hala öyle biliyoruz. Dünyanın en pahalı kahvesi olan kilogramı 1.100 Amerikan Dolarına satılan, Tayland fillerinin kahve çekirdeklerini yedikten sonra dışkılamasıyla aromatize (!) olan “Black Ivory” kahvesi olduğunu ve 1932 Olimpiyatlarına katılmak için ulaşım masraflarını karşılayamayan dünyanın en büyük kahve üreticisi olan Brezilya’nın sporcularını kahve dolu gemiyle ABD’ye gönderdiğini ve masrafları bu kahveleri yolda ve Amerika’da satarak karşılamış olduğu ilginç gerçeği ile şimdilik müsaadenizi istiyorum. İlginç tarih sohbetleri için, takipte kalın…

YORUM YAP

Şu anda Kadri Turhan adlı kişinin yorumuna cevap yazıyorsunuz. Cevabı iptal etmek için tıklayın.
Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.
Kevser Tuna 05.09.2025 12:59

Yeni ilginç bilgiler için takipteyiz emeğinize sağlık👏

Yanıtla
İsmail Aydost 05.09.2025 13:01

Yazılarınızı ilgi ve merakla okuyorum. Bilgilendirme ve akıcı üslubunuz için çok teşekkür ederim

Yanıtla
Ercan ADAK 05.09.2025 22:48

Urfa civarındaki mırra Hk. bilgi var mı?

Yanıtla
Kadri Munga 12.09.2025 08:51

Galiba çoğumuza o tuzlu kahveyi içirdiler:)

Yanıtla
Kadri Turhan 17.09.2025 11:30

Bir dönem osmanlı yönetimide uyuşturucu niteliği nedeniyle yasaklamıştı diye hatırlıyorum hocam Slmlar Sevgiler

Yanıtla
NAZİF OĞUZ 22.09.2025 15:32

hocam ellerinize sağlık…bölük pörçük kulaktan dolma bildiklerimizi bilmediklerimizi de katarak cok güzel toparlamışsınız…

Yanıtla